8 mart Dünya Emekçi Kadınlar günü kutlu olsun. Dünya’da en önemli sıfatlardan birisi olan anneliğin Yaradan tarafından bahşedildiği cinsiyetin kadın olması tesadüfi olamaz. Güzelliğin, zarafetin, bereketin, inceliğin, nezaketin ve benzer bir sürü sıfatın üzerinde toplandığı kadın figürü, yüzyıllar boyunca şiirlere, şarkılara, tüm sanat eserlerine ve konu bulmakta zorlanan tüm sanatçılara ilham kaynağı olmuştur. Ancak ne yazıktır ki ülkemizde, coğrafyamızda ve hatta dünyada son yıllarda kadın ve şiddet çok sık yan yana gelmeye başlamıştır.Kadın ve şiddet veya kadına şiddet yan yana hiç de yakışmayan iki kelime değil mi? Doğası gereği narin, sevecen, anaç, güzel ve zarif olması gereken bir canlının (her ne sebeple olursa olsun) şiddete maruz kalması bana kabul edilebilir gelmiyor. Ancak olayın özüne indiğimizde şiddet mağduru kadınlara şiddet uygulayan erkeklerin, şişik egolu ve yine bir kadın figürü (anneleri) tarafından sırf erkek oldukları için yüksek egolu yetiştirildikleri ironisiyle karşılaşıyoruz. Son yıllarda ülkemizde cinsiyet ayrımcılığı ve şiddetine yönelik kanunlarda yapılan değişiklerle bir nebze olsun şiddet olayları engellenmeye çalışılıyorsa da, yine de her gün cinayet haberlerini üzülerek okuyoruz. Kanımca sosyolojik olarak ele alınması gereken erkek egemen toplumlardaki çocuk yetiştirme psikolojisinin gözden geçirilerek, gerekirse ailelere zorunlu ders olarak verilmesi yerinde olacaktır. Yine de toplumsal histeri ve psikolojiyi değiştirme konusunda ancak seneler içerisinde başarılı olabiliriz gibi görünüyor. Mesleğim gereği 30 yılı aşkın süredir kadınlar ile çalışıyorum. Uzmanlık alanımdaki estetik ve plastik kelimesi şu an tüm dünyada herkes tarafından gerek yapılan işlemler gerekse sınırları itibari ile çok iyi bilinirken, rekonstrüksiyon kelimesinin önemini ve yıllar içerisinde karşılaştığım olaylardaki uygulanışını beni üzen olgularla hatırlıyorum. Kadına şiddetin günümüzde maalesef tavan yaptığı malum ancak geçmişte de hiç eksik olmadığını bilmemiz gerekir. Burada bir anımı sizinle paylaşmak istiyorum. Yıllar önce sanatçı Güllü’nün sabah kuşağındaki, (şimdiki sabah kuşağı programlara benzer) programından davet aldım. Bana şiddet mağduru bir hastanın varlığından bahsedildi ve hastanın maddi durumunun iyi olmadığından söz edilerek ücretsiz olarak kendisine yardımcı olup olamayacağım sorulmuştu.Ben de büyük bir memnuniyetle elimden gelen her şeyi yapabileceğimi ifade ederek programın yolunu tuttum. Hastanın sadece şiddet mağduru olduğu bilgisi dışında Estetik Plastik Cerrrahi yi ilgilendiren ne tür bir problemi olduğunu sormamıştım. Canlı yayında klasik hal hatır sohbetlerinden sonra hastayı stüdyoya davet ettiler. Hasta stüdyoya girdiği anda yıllarca travmayla uğraşmış, her türlü yüz yaralanmasını tedavi etmiş olan ben bile dehşete düştüm, stüdyoda ayılanlar bayılanlar oldu.Kocası tarafından yüzüne kezzap atılmak suretiyle yaralanan, bir gözü kör olan ve tüm yüzü yanık, ağzı burnu, gözkapakları tanınmaz halde, çocuklarının bile gördüğünde korktuğu şiddet mağduru gencecik bir kadıncağız… Eski fotoğraflarını gösterdiğinde sanıyorum hem stüdyoda hem ekran başında gözleri dolmayan hatta ağlamayan kimse kalmamıştı. Tabii ki böyle bir hastaya o zamanki tıbbi imkanlarla yapılacaklar sınırlıydı ve göz kapak onarımı, ağız burun onarımı yani Rekonstrüksiyonu uyguladım. Kendisi ile defalarca ofisimde pansuman veya tedavi için görüştük. Bu görüşmelerde elimden geldiğince psikolojik destek de vermeye çalıştım ancak yitip giden güzelliği ve ruhundaki yaraların tamiri hiçbir şekilde mümkün olmayacaktı.Bırakın bir erkeği bir insan bir insana bunu nasıl yapar? İşte aslında sosyolog ve psikologların çözmesi gereken sorun veya onarılması yani rekonstrükte edilmesi gereken sorun bu. İnsan olmanın erdemlerini özümseyerek, sevginin her türlüsünün en kutsal değer olduğunu bilerek yaşamımızı sürdürmek ne kadar zor olabilir ki?
Bir kez daha 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüzü kutluyorum.